Yakın tarihin kanlı bilmecesi. Suriye konusu, sınır güvenliği, meşru savunma ve son olarak Barış Pınarı Harekâtı. Kimi sorulara cevap arıyoruz bu yazıda. Neden oradayız, neden buradalar, en büyük savunma saldırı mıdır, uluslararası hukuk diye bir şey var mıdır…
Bilindiği üzere 9 Ekim 2019’da tarihe bir not düşüldü. Ülkemiz belki de Cumhuriyet tarihinin en büyük sınır ötesi harekâtını başlattı. Peki bizi bu harekâtı yapmaya iten neydi, hangi hakka dayanarak bu harekâtı gerçekleştiriyoruz.
Ben bir devlet olsam ve yeterli gücü kendimde bulsam, istediğim devlete istediğimi yaparım, işgal de ederim harekât da yaparım. Ancak ne yazık ki(!) hukukun üstünlüğünün tanındığı bir ortamda bunu yapamam, yapsam da hukuk düzeni buna müsaade eder mi, hele bir de Birleşmiş Milletler’e üye isem bunun hesabını nasıl veririm. Buradan şu sonucu çıkarmak gerekiyor. Türkiye keyfinden sınır ötesi harekât yapmıyor. Bu harekatın uluslararası hukuk statüsünde belirli gerekçeleri var elbette.
Bir müesseseden bahsedelim, Birleşmiş Milletler. 1945 yılında küresel barışı ve güvenliği korumak amacıyla ve ekonomik ve toplumsal iş birliği için kurulmuş uluslararası bir örgüttür. Türkiye de Birleşmiş Milletlerin kurucu üyelerindendir.
Birleşmiş Milletler kararlarına göre devletler uluslararası ilişkilerde güç kullanamazlar. Ancak kural bu olsa da istisnaları mevcuttur. Mesela meşru savunmaya değinelim. Ceza hukukunda meşru savunma şudur; eğer sana karşı bir saldırı gerçekleşmişse, gerçekleşme ihtimali varsa, saldırı bitmiş ve yeniden başlama ihtimali de varsa, sen o saldırıya orantılı bir biçimde karşılık verebilirsin. Bu uluslararası hukukta da böyledir. Sadece süjeler farklıdır. Ceza hukukunda insanlar, uluslararası hukukta ise genellikle devletler süjedir. Meşru savunmayı öğrendikten sonra bu savunmayı uluslararası hukukta bir hak haline getiren Birleşmiş Milletler Antlaşması madde 51’e gidelim. Bu madde der ki ‘’ Birleşmiş Milletler Üyelerinden birinin silahlı bir saldırmaya hedef olması halinde, Güvenlik Meclisi milletlerarası barış ve güvenliğin muhafazası için lüzumlu tedbirleri alıncaya kadar, tabii olan münferit veya müşterek meşru müdafaa hakkına halel getirmez ‘’. Anlaşılan o ki silahlı bir saldırıya maruz kalmamız, meşru savunma hakkımızı kullanmaya zemin hazırlıyor.
Ülkemizin hedef olduğu silahlı saldırılardan ve terör faaliyetlerinden de anlaşılıyor ki, BM Antlaşması m.51 bize sesleniyor. Yakın geçmişten biraz örnek verelim. ABD’nin Afganistan’da El-Kaide’ye karşı gerçekleştirdiği askeri operasyonlar, İsrail’in Lübnan’da Hizbullah terör örgütüne karşı gerçekleştirdiği operasyonlar ve Türkiye’nin BM’ye gönderdiği 22 Ocak 2018 tarihli mektupta da belirttiği üzere PKK/PYD terör örgütlerine karşı yürüttüğü Zeytin Dalı Operasyonu, bu ülkelerin terörist faaliyetlere yönelik meşru savunma hakkını kullanmalarının bir sonucudur. Bugün bizim sınırlarımıza yönelik bir tehdit olmasa, ülkemizi hedef alan saldırılar olmasa, belki de sınır ötesi harekât yapabilmemiz için uluslararası bir hakkımız mevcut olmayacaktı. Şimdi biz neden oradayız, işgal mi ediyoruz, orada olmamızın hukuki bir dayanağı var mı… sorularına cevap verebilmemiz ümidiyle.
Muhammed Emin KARAKAŞ
コメント