ADAM ASMACA
Türkiye’de idam 7 Mayıs 2004 yılında anayasadan çıkarılmış daha sonra da kanunlardan zamanla temizlenmiştir. 35 yıldır fiilen uygulanmayan ve 15 yıldır da hukukumuzda bulunmayan idam cezası 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında meydanlarda halkın idam çağrısıyla tekrardan cereyan etmiştir. İdamın tekrardan gündeme bu şekilde düşmesi hem siyasileri hem de halkı iki ayrı düşünceye bölmüştür. Peki idam geçmişte ülkemize neler getirdi, neler götürdü ve hukuki olarak nerede konumlandı?
1920 ve 1984 yılları arasında 697 erkek, 15 kadın Türkiye’de idam edilmiştir. Bu sayılar İstiklal Mahkemeleri dışındadır. Ayrıca yapılan idamların yüksek çoğunluğu askeri yıllara denk gelmiştir. Yani ne zaman Türkiye’de asker postalları gezinmeye başlasa, birileri de dar ağacında sallanmaya gönderilmiştir.
1960 darbesiyle Adnan Menderes dar ağacına yollanmış, 1971 muhtırasında ise Deniz Gezmiş ve arkadaşları… 1980 darbesinin sonuçları ise günümüze damga vuracak deyimiyle ‘bir sağdan bir soldan’ Necdet Adalı ve Mustafa Pehlivanoğlu olmuştur. Bununla da yetinilmemiş ve 1980 darbesinde 50 kişi asılarak yaşamını yitirmiştir.. En son ise 1984 yılında İlyas Has ve Hıdır Aslan idam edilmiş ve bu tarihten sonra idam cezası tekrar bir daha kaldırılana kadar infaz edilmemiştir.
O dönem verilen bir çok idam kararı günümüzde kararı verenler tarafından şiddetle(!) kınanmış ve hukuka aykırı bulunmuştur. Özellikle “ çok yanlış yaptık, keşke böyle olmasaydı” sözleri söylenmiş idam edilen siyasetçi veya sivillerin idamı hak etmedikleri fakat zamanın şartlarının öyle gerektirdiği savunulmuştur. İdam edilen Adnan Menderes, 13 ayrı suçtan yargılanmış da olsa günümüzde ismi okullara ve sokaklara verilmeye devam etmektedir.
Peki idamın tekrar ceza kanunumuzun sayfalarına girmesi bizleri nasıl etkiler?
Görülüyor ki geçmişte verilen çoğu idam kararı siyasi birçok amacı gerçekleştirmek üzere hukuki bir sebep gütmeden, vicdanilikten ve adaletten uzak verilmiştir. İdam geri dönüşü olmayan bir müeyyide çeşitidir. Bu yüzden uygulanabilirliği için hukuka güvenin tam olduğu adil bir ortamın hazır olması gerekir. Fakat bizim ülkemiz zaten sağlam olmayan bir hukuki zemini sağlamlaştırmaya çalışırken bir darbe teşebbüsüyle karşılaşmış ve bunun sonucunda zemindeki çatlak büyümüştür. Halkın çoğunluğu hukuka güvenini kaybetmiştir. Tekrar yeniden bu güvenin kazanılması sağlanmadan idam gibi bir cezanın kabul edilmesi her ne kadar halkın isteği olsa dahi kamuoyunda korku ve paniğe sebebiyet verebilir.
İdamın halk tarafından tekrar gündeme getirilmesinin güncel sebebi yukarıda da bahsedildiği gibi 15 Temmuz darbe girişimini gerçekleştirmek isteyen darbecilere yöneliktir. Burada karşımıza hukukun uygulanabilirliği için gerekli olan ilkelerde biri ‘kanunun geriye yürütülememesi ilkesi’ çıkıyor. Nitekim bu ilkeye göre kanun geriye yürüyemediğinden geçmişte yaşanmış bir suçtan dolayı suçluya kanunun yaptırımı uygulanamamaktadır. Bu ilke hukuka güvenin temelini oluşturur ve bir hukuk devleti için gayet önemlidir. O yüzden idam kararı onansa ve tekrar yürürlüğe girse dahi darbe girişimini gerçekleştirenlere karşı uygulanamaz, yürürlük tarihinden sonraki suçlulara uygulanabilir.
Bunun yanında ülkemizde artan cinsel istismar, tecavüz ve taciz eylemleri düşünülünce idam cezasının caydırıcı niteliği herkes açısından kabul görüyor. Örneğin çocuk istismarına verilen ceza her ne kadar ağır olursa olsun suçun mağduru olan ailenin yüreğine su serpmiyor ve haklı olarak caddelerden “idam” sesleri yükseliyor.
Yine de her ne sebebe dayanılırsa dayanılsın AB’ye kabul edilmek adına kanunlardan kaldırılan idamın tekrar kendine bir yer bulması bizleri siyasi, hukuki, kültürel ve ekonomik olarak çağın gerisinde bırakır. Çünkü insan hayatı yanlış bir kararın ardına düşülerek ipe gönderilemeyecek kadar değerlidir. Ve ceza hukukumuzdaki yaptırımların amacı suçluyu yok etmek değil suçu yok etmek üzerinedir.
Umarım cezanın ne olması gerektiğinin değil suçun nasıl ortadan kaldırılabilirliğinin tartışıldığı günleri yakın zamanda görebiliriz…
Ayşenur AKÇİN
Comments