PEKİ HUKUKU KİM KORUYACAK?
Hukuk düzeni herkesin de bildiği gibi hakları korumak ve hakların ihlali karşısında ihlalcilere gerekli müeyyideyi vermekle görevlidir. Bu koruma ve müeyyelendirme için de hukuk düzeninin başvurduğu yazılı veya yazılı olmayan, asli veya tali normlar vardır. Bu normlar belirli bir hiyerarşik sıraya göre sıralanırlar. Sıranın üstte kalan her normu bir sonraki norma karşı üstün kabul edilir. Bu sıralamaya kısaca normlar hiyerarşisi adı verilmektedir.
Türk hukukunda normlar hiyerarşisinde en üst sırada Anayasa bulunmakta olup hemen altında sırasıyla kanunlar, cumhurbaşkanlığı kararnameleri, tüzük ve yönetmelikler kendilerine yer bulmaktadırlar. Bilinmesi gerekir ki Anayasanın altındaki statüde bulunan hiçbir norm Anayasaya aykırı olamaz. Anayasa altı olarak adlandırılmış bu normların Anayasaya uygunluğunun denetlenebilmesi açısından Anayasamızın bu denli korunaklı yapısı yüzünden, süregelen hukuk düzeni içinde Anayasa Mahkemesinin oluşturulmasının önü açılmış ve 25 Nisan 1962 yılında Anayasa Mahkemesi kurulmuştur.
Anayasa Mahkemesinin Anayasanın altında bulunan bu normların Anayasaya uygunluğunu denetlemesinin yanında bir ikinci görevi de 2010 yılındaki Anayasa değişikliği ile sahip olduğu bireysel başvuruları değerlendirme görevidir. 23 Eylül 2012 tarihinden itibaren Anayasanın güvence altına almış olduğu temel hak ve özgürlüklerin kamu gücü tarafından bertaraf edilmelerine karşın Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru hakkı vatandaşlara tanınmıştır.
Anayasa Mahkemesine bu şekilde bireysel başvuru yapılabilmesi anayasal olarak teminat altına alınan temel hak ve özgürlüklerin, bir kere daha ihlali durumunda korunabilmesini sağlayabilmek amacı taşımaktadır. Bu uygulama hukuk devleti olunmasının bir tezahürü şeklinde kabul edilmelidir. Nitekim temel hak ve özgürlükler, sınırının doğru belirlenmesi gereken ve bu sınır kapsamında korunumununda mevcut olması lazım gelen önemli bir yapı taşıdır.
Ayrıca tarihsel gelişime baktığımızda Türkiye'nin 1954 Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine taraf olduğunu ve bu sözleşme ışığında 1987 yılında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine bireysel başvuru hakkını vatandaşlarına kazandırdığını görmekteyiz.
Uluslararası sözleşmeler usulüne uygun olarak yürürlüğe girdikleri takdirde kanunlar ile eşdeğer bir yasal düzenleme olarak kabul edilmektedir. Hatta hukuk düzeni daha da ileriye gitmiş ve usulüne uygun olarak kabul edilmiş olan uluslararası sözleşmelerin temel hak ve hürriyetlere ilişkin hususlarının, kanunlardan daha üstün olduğunu söylemiştir. (Anayasa m.90)
Tüm bu anlatılanların ışığında şu soruların cevaplanması gerekmektedir. Acaba Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin vermiş olduğu bireysel başvuru davalarının kararlarının, ilk derece mahkemeleri tarafından tanınmıyor oluşunun hukuki sonucu nedir?
Öncelikle bizler hukuk devletinde yaşıyor olduğumuzu kabul etmeliyiz. Fakat bu demek değildir ki yargının her faaliyeti mutlak oranda hatasız ve doğru olmak zorundadır. Yargılamayı yapan hakimlerin de insan oldukları bir gerçek kabul edildiğinden mütevellit yargılama faaliyetleri, kendi içinde ve kendini korumak adına bir sistem kurmuş ve yargılamayı daha doğru bir şekilde ilerletebilmek için yargı hatalarının telafisini sağlamaya çalışmıştır.
İlk derece mahkemeleri ile başlayan yargılama faaliyeti sırasıyla Bölge Adliye Mahkemeleri'nde istinaf ve Yargıtay'da ise temyiz incelemeleri ile devam etmektedir. Anayasa Mahkemesi ise en üst mercii olarak bu mahkemelerin de üstünde bir üst mahkeme konumundadır. Anayasa madde 153 "Anayasa Mahhekemesi kararları kesindir" diyerek mahkemenin kararlarının niteliğini açıklamıştır. Böylece Anayasa Mahkemesi kararlarının ilk derece mahkemeleri tarafından kabul edilmemesi kesinlikle hukuk devleti olma ilkesi ile çelişir vaziyettedir.
Ayrıca usulüne uygun olarak yürürlüğe girmiş olan uluslararası anlaşmaların Anayasaya aykırılığı sebebiyle Anayasa Mahkemesine dahi başvurulamayacağını söylemekte olan Anayasa madde 90'ı göz önünde bulundurarak Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine üyeliğimiz nezdinde ortaya çıkan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarının tanınamazlığı mavzubahis dahi olmamalıdır.
Tüm bu hukuksuz süreç ne yazık ki yalnızca ülkemizde hukukun gerilemesine hizmet etmektedir. Çünkü bizler bilmeliyiz ki hukuku ayakta tutabildikçe varlığımızı sürdürebiliriz. Fakat günümüzde yaşanan bu "tanımama" vakaları yalnızca kendimize zarar vermekte olup zaten hukuka olan güvenin azaldığı ve yozlaştığı şu zamanda bir tekme daha üstümüze indirmektedir. Unutulmaması gereken bir diğer husus da şudur ki hukuk yalnızca mazlum kesime lazım olan bir ilaç değildir, hukuk toplumun unsuru olan her bireye günü geldiğinde lazım olacak bir kan mahiyetindedir. Hukuk bizi koruyor peki ama hukuku kim koruyacak?
Umarım bunu zamanla çözebiliriz.
Hukukla kalın...
Ayşenur AKÇİN
Comentários